Kadın ve Demokrasi Vakfı’nın (KADEM), kadın hakları ve aileyi ilgilendiren meselelerde kalıcı çözümler üreterek adalet merkezli bir söylem ve literatür oluşturmak için iki senede bir düzenlediği KADEM Kadın Araştırmaları Kongresi’nin 10’uncusu geçtiğimiz günlerde “Mitik Söylem ve Kadın” temasıyla gerçekleşti. Prof. Dr. Dursun Ali Tökel’in başkanlığında toplanan kongrede kadınlarla ilgili görüş, düşünce ve inanışların arkasında yer aldığı düşünülen, gerçekte doğru olmayan bir hikâye ve anlatı için kullanılan mitler (söylen) tartışmaya açıldı. Kongre, İstanbul Üniversitesi Beyazıt Yerleşkesi’ndeki KADEM Kadın Araştırmaları Kongresi, Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Yalova Üniversitesi, İbn-i Haldun Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Haliç Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi iş birliğiyle hayata geçti. Dr. Öğr. Üyesi Hatice Altundal Erkmen de kongrede “Havva’dan Günümüze: Kadın, İnanç ve Stereotipler” oturumunda “Amerika’da Müslüman Kadınlara Dair Mitler ve Stereotiplerin Psikososyal Temelleri: Cinsiyet Temelli Oryantalizm” başlıklı konuşma gerçekleştirdi. Yeni Şafak Pazar olarak Erkmen ile konuştuk. Erkmen, Amerika’daki Müslüman kadınların karşılaştığı mitler ve stereotiplerin psikososyal temellerini, Batılı toplumlarda oluşturulan ötekileştirici temsillerin etkisini ve kadınların kimlik mücadelesine dair gözlemlerini paylaştı.

Bu bağlamda, Müslüman kadınlar yalnızca başörtüsü gibi dinî kıyafetleriyle değil, aynı zamanda sembolik düzeyde Batı’nın modernlik, özgürlük ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi değerlerine karşıt bir duruşu temsil eder biçimde algılanmaktadır. Bu algı, onların yalnızca “farklı” değil—yani Batı’nın önem verdiği çeşitliliğin bir parçası olarak kabul edilmekten ziyade—bilakis, potansiyel bir tehdit olarak görülmelerine zemin hazırlamaktadır. Psikososyal düzeyde ise bu durum, “kültürel tehdit algısı” ve “gruplar arası karşılaştırma” gibi bilişsel mekanizmalar aracılığıyla pekiştirilmektedir. Bu tür mitlerin yaygınlaşmasında medya temsilleri, siyasal söylemler ve tarihsel oryantalist kalıplar belirleyici bir rol oynamaktadır. Müslüman kadınlar, kendilerine yönelik ötekileştirici söylemler ve kültürel tehdit temelli stereotiplerle karşılaştıklarında, doğal olarak çeşitli psikolojik tepkiler geliştirmektedir. Bu tepkiler arasında kimlik çatışması, toplumsal izolasyon, dışlanmışlık hissi, özgüven kaybı ve dini aidiyetlerini kamusal alanda temsil etmede yaşanan zorluklar gibi olumsuz deneyimler öne çıkmaktadır. Özellikle başörtüsü takan Müslüman kadınlar, biraz önce de temas ettiğim gibi hem medya hem de politik söylemler aracılığıyla daha yoğun ayrımcılığa (teknik olarak baskıya) maruz kalmakta ve bu mit ile stereotiplerin doğrudan hedefi hâline gelmektedir. Bununla birlikte, birçok Müslüman kadın bu baskılara karşı direnç stratejileri geliştirerek kendi anlatılarını kendileri inşa etmektedir: Medya, sanat, akademi ve sosyal medya aracılığıyla alternatif temsiller üretmektedir. Bu süreç, yalnızca bireysel düzeyde psikolojik güçlenmeyi sağlamakla kalmamakta, aynı zamanda kolektif düzeyde karşı söylem üretimini ve toplumsal farkındalık gelişimini de desteklemektedir. Dolayısıyla, Müslüman kadınların bu stereotiplere verdikleri tepkiler hem psikososyal savunma mekanizmaları hem de kültürel direniş biçimleri bağlamında ele alınmalıdır.